Çeşitli şekillerde hayatımızın ortasına yerleşmiş orada nefes alan, orada yiyip içen, orada işeyen devlet aygıtının ne olduğuna dair o tarihi soruyu herkes sormuştur kendisine: Devlet nedir?
Herkes devletin hayatında kapladığı yeri ve etkileri şöyle etraflıca bir düşündüğünde türlü cevaplar elde edebilir. Herkesin cevabı bir yana, bu soruya bu günlerde en dolaysız, en net yanıtı kimlerin verebileği de açık. Yani bu sorunun cevabını merak eder de kendimiz dışında birilerine sorma ihtiyacı duyarsak eğer, adres belli. Onlar, Pozantı Cezaevi'ndeki çocuklarının yaşadıkları karşısında ağlamaktan başka bir şey yapamayan, çocuklarıyla aralarına örülen duvarları ne kadar isteseler de yıkamayan ve bütün yaşadıklarından sonra birer cezaevi aracına bindirelerek başka bir dört duvar arasına gönderilen çocuklarının ellerine bile dokunamadan o araçların arkasından bakan anneler. Ciğerleri patlayana kadar acı çekerken, verin bana çocuğumu, diye bağıramayan bir annenin; devlet nedir, sorusuna vereceği cevaba dair tahminlerimiz birbirinden çok da farklı olmaz sanırım. Tıpkı, Madımak'ın ateşini 19 yıldır içinde taşıyan bir annenin; dava düştü, hadi herkes evine, diyen devlete dair yapacağı tanım gibi. Zira, tarihin en kritik sorularını hep anneler cevaplamıştır, hiç kimsenin olamadığı kadar net biçimlerde.
İnsanın ve doğanın tahakküm altına alınmasının temel koşulu olan mülkiyetin koruyucusu devlet, tarih boyunca suçu yaratmış ve tanımlamış, cezasını belirlemiş, infazını yerine getirmiştir. Genel ahlak ve egemen kültürle aynılaştırıp, inanç ve milliyeçilik politikalarıyla dolgularını sıkılaştırdığı, çeşitli tahakküm ve kontrol mekanizmalarıyla yaratılan itaatin gönüllü hâle gelmesiyle son şeklini alan toplum içerisinde bireyi, "aynılaştırıp", insan olmasından ileri gelen potansiyel "zararlarından" arındırıp "ıslah" ederken, edemediklerini hapsetme, katletme gibi yöntemlerini hayata geçirmiştir. Birey, tâbi tutulmaya çalışıldığı itaat zincirinin içinde olanlarla duvarların dışında mücadele ederken, duvarların içinde ise tâbi tutuldukları aynı yasalar çerçevesinde orada bulunan ve kendisiyle aynı derecede mülksüz olanların zulmüne uğramaktadır. Vicdani retçilere "vatan haini" denilerek mahkumlar tarafından işkence edilmesi, herhangi bir mülk sahibine yönelik bir edimi soncu hapsedilmiş birinin mahkumlar tarfından öldürülmesi gibi örnekler, sıradan insanın, dışarıda polisleşerek devletleşmesiyle aynı temele oturur biçimde, hapishanede gardiyanlaşarak devletleşmesinin örneğidir. Copları, kalkanları, silahları ve panzerleriyle üzerine gelen polislere çıplak elle taş attıkları için hapsedilen çocuklara, kendi yaşlarındaki çocuklar da dahil olmak üzere "terörist" denilerek işkence edilmesi, zorla bayrak öptürülmeye çalışılması, onlara yönelik taciz ve tecavüz eylemleri aynı tabiyetin ürünüdür.
Ancak Pozantı'da yaşananın diğer örneklerden farkı şudur: Çocuklara işkence eden, onları taciz edenler arasında kendilerinin yaşında çocuklar da vardır. Çocukları hapishane duvarları arkasında itaatkarlaştırıp, kendisi için ölen ve öldüren robotlara dönüştürmeye çalışan devletin maşası olanlar, gene devletin yarattığı suç kapsamında oraya konulan ve kendilerine başka yaşama şansı tanınmayan çocuklardır. Devlet bu eylemleri yerine getiren çocukları da o eylemlere maruz kalan çocukları da yok etmektedir. Birilerine "hırsızlık yaptın", diğerlerine "polise taş attın", diyerek hapse atan ve orada birilerini diğerlerinin üzerine salarak hepsini birden "ehlileştirerek" yok eden devlettir suçlu olan.
Şimdi; devlet manzaralı zihinlerimizi biraz havalandırmaya çalışıp, gözlerimizi o çocuklara ve arkalarından ağlayarak bakan annelerine çevirelim. On iki yaşında bir elin taşıdığı taş, zorbalığa ve katliamlara bahane yaratırken, sokakta birlikte top oynayabilecek çocukların bazıları diğerlerinin tecavüzcüsü olurken o ananın "devlet nedir?" sorusuna vereceği cevap; aklı başında, vicdanı yüreğinde herkesin cevabıdır. Aklın ve vicdanın işığında verilecek her cevap, özgür bir toplumu oluşturma yolunda önemli birer adımdır. Bunlardan yoksun toplum ise çocukların hapsedilmesi ve katledilmesine, duvarlara ve hapishanelere ihtiyaç olduğunu düşünen iki yüzlü bir ahlakın egemenliğinde, yok edilmek için sırasını bekleyen ve her biri devletin duvarı olmuş insan kalabalığıdır. Ve devlet kadar iki yüzlülük de öldürür.
Yavuz Belge Haber Birimi