İTAATİN SORGULANMAZLIĞI ve SON DURAK DOĞUBEYAZIT

    Militarizm ile ilgili en temel ve kabul gören tanım şudur ki; “ordunun siviller üzerindeki egemenliği, toplumsal yaşamda belirleyici olması.” Militarizmi, ordu unsurlarının gündelik yaşamda karşımıza çıkıp çıkmadıkları, sivil hükümetlerin ordunun üzerinde bir güç olup olmadıkları üzerinden irdeleyeceksek, militarist bir yaşamdan uzak olduğumuzu düşünebiliriz. Ancak bu, gerçekte bir yanılsamadır ve tüm dünya üzerinde, değişmekte olan ekonomik koşullara paralel olarak şekil alan devlet aygıtının, toplumsal yaşamın her yanına yerleştirdiği düşünce yapısını görünmez hâle getirme çabasıdır. Buna bir örnek vermek gerekirse, iktidardaki hükümetin 12 Eylülcüleri yargılayarak sivil bir yaşamın egemen olması tantanalarını her fırsatta kulaklarımızdan içeri üflemeleri, diyebiliriz. 12 Eylül askerindeki yetkilerin, 2012 Türkiye’sinde poliste olması da meselenin üniforma rengiyle, daha da ötesi her var olma çabasının tutsaklık ve ölümle sonuçlanması da üniformanın olup olmamasıyla ilgisinin olmadığını göstermektedir.

   Askeri, sivil, liberal, cumhuriyetçi, demokrat vs. olsun, devletin bireyle ve toplumla kurduğu ilişkide değişmez koşul itaattir. Devlet odaklı yaşamın her köşesine yerleşen de koşulsuz itaat etme düşüncesidir. Kendisinin belirlemediği yasalara uyarak yaşayan ve parçası olduğu toplumsal yaşamın bu yasalar etrafında örülmesinde emeği bulunan birey, kendisi için devlet tarafından zorunlu olarak belirlenen itaati gönüllüleştirmiştir. Bir gün kendisinin de girme ihtimali olan hapishanelerin gerekliliğine, birilerinin hapsetme ve öldürme hakkı olduğuna, suyunu içmediği hatta haritada yerini gösteremediği bir toprak parçasının sahibi olduğuna olan inancı vb. insanı devletleştiren hallerdir. Bu haller, zorunlu olan itaatin bireyin her adımında yeniden kurularak onun için gönüllü hâle gelmesini ve görünürde kurumsal bir devlet çabasına gerek kalmadan kişilerin gene kişiler tarafından kurallara uydurulmasını, hizaya sokulmasını sağlamaktadır. Saçından sakalına, etek boyuna, oturup kalkmasına, konuşmasına vb. kadar, birey şekillendirilip devlet için zarar arz etmeyen bir hâle getirilirken, bu işlemleri yerine getirenler, devlet temelli toplumsal yaşama bir tuğla daha örmekte ve böylece itaat de örgütlenmeye devam etmektedir. Çeşitli görevlerdeki memurlar toplum için hizmet üretip, polis toplumun güvenliği için canını tehlikeye atarken, mahkemeler zararlıları hapse tıkıp, asker ülkenin huzur içinde uyuyabilmesi için nöbet tutarken; öğrenciler de her türlü hiyerarşik yapıya uyarak okullarını bitirip ülkelerine faydalı olmalı, işçiler kendi emekleri üzerinden hiçbir şey yapmadan zengin olan patronlarının kazandıklarının yanında kendi kazandıklarının azlığını sorgulamadan üretip ülkelerini zenginleştirmeli, işsizler şikayet etmeden işten atılacak birinin yerine daha az maaşla işe başlayacakları günü beklemeli, bu saydıklarım da dâhil bütün mülksüzler, mülkün temeli olan adaletin kendilerini koruyacağına inanmalıdırlar. Devlet bütün bunları toplumsal tahakküm mekanizmaları sayesinde yerine getirip, yazılı olan kurallarını yazılmamış ama toplumun benliğine kazınmış kurallarla güçlendirmektedir. Devlet odaklı toplumsal yaşama inanan her birey, bu yaşamı oluşturmakta “zor” koşulunu yerine getiren kolluk kuvvetleriyle bir anlamda aynı mesleği icra etmektedir. Hepsi rütbesiz birer askerdir.

    Buradan bakınca militarizme, zorunluluğun gönüllü olması, diyebiliriz. Bu nedenledir ki yukarıda bahsettiğimiz çatı işlevini görür militarizm.  Devletin tanımıyla “sivil” olan yaşam içerisinde karşılaştığı bütün zorluklara rağmen yola gelmeyen itaatsiz içinse yeterince karakol, mahkeme, hapishane vardır. Ancak o rütbesiz ve üniformasız askerler zaman zaman, hayata geçirdikleri maddi/manevi linç eylemleriyle devleti bu zahmetten de kurtarırlar. Bütün bunlardan yola çıkarak militarizmle ilgili bir cümle daha kurabiliriz: Hiyerarşi, mülkiyet, itaat kısaca devlet odaklı yaşam militarizmin kendisidir. Militarizmi reddetmek ise devlet himayesindeki toplumsal yaşamı reddedip, tüm canlıların bir arada yaşamalarını sağlayan nesnel koşullar çerçevesinde yeni bir yaşamı örgütleyerek gerçek karşılığını bulabilir. O vakit hiçbir öznel koşul da bir diğerini rahatsız etmeyecek; üniforma, rütbe, mülk, genel ahlak, egemenlik, sınıf ayrımına koşut militarizm kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İlk adım ise kurulacak temel bir cümledir: “Yeryüzünde hiçbir canlının benden daha az yaşamaya hakkı yoktur.” Yani ilk adım, öldürmeyi reddetmek.

Geldik bu yazının ilhamına: Halil Savda.

 
   Halil Savda bir vicdani retçi… Anti-militarist… Öldürmeyi reddeden, insanları savaştan soğutan, yaşamak için silaha, askere, askerliğe, savaşa ve onu yaratan hiçbir nedene ihtiyaç olmadığına inanan bir adam. Vicdani reddini açıkladığı 2004 yılından bu yana, halkı askerlikten soğutma, suçundan defalarca tutuklanmış ve her seferinde, insanları savaştan soğutmanın suç olamayacağını söylemiştir. 2006 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgalini protesto ederek vicdani reddini açıklayan iki İsrailli vicdani retçinin tutuklanmasını protesto ettiği için hakkında çıkan 6 aylık tutukluluk kararının onanması sonucu 24 Şubat günü Ağrı’da tutuklanarak Doğubeyazıt cezaevine hapsedildi. Kendisine devlet tarafından defalarca teklif edilen çürük raporunu reddedip, sağlam olduğu için askerliği reddettiğini söyleyen Halil’den istenen, sesini çıkarmadan oturup potansiyel itaatsizlere kötü örnek olmaması. Yeryüzünün her köşesindeki öldürme eylemine karşı dimdik duran Halil, militarizmin duvarları arasına sıkışanların umudu olarak duvarların arkasında. Bu yazı onu ve mücadelesini anlatmak için elbette yetersiz. Ancak barışa verdiği gönlüyle yaşama olan inancımızı pekiştiren Halil yalnız değildir. Bir suç aranıyorsa eğer o; insanı üniformalı ya da üniformasız askerleştirmek ve böylece yaşamdan soğutarak ölüme ve öldürmeye ısıtmaktır. 


Vakit, evrenin hiçbir renginin ölümü temsil etmediğine olan inançla Halil’in yanında olma ve yaşama durma vaktidir.

Yort Savul Haber Birimi

. Bookmark the permalink.

Yorum gönder